Ey sevgili!
Sen bülbül kafesindesin;
Ben sonu gelmez; uçsuz bir yalnızlığın hücresindeyim.
Senin aşkına pervane güllerin,
Benim acıya, gözyaşına şerbetli yüreğim var.
Senin güldüğünde yanaklarını dolduran;
Baktığında aşıkları mestane eden gamzelerin,
Benim hicran duvarlarına demirden kelepçelerle bağlanmış;
Parmaklarına kan oturmuş ellerim var.
Senin bakışıyla cihanı döndüren gözlerin,
Benim her mısrası bin kurşun;
Şiirlerim var.
Senin yarınlara umut türküleri besteleyen dudakların,
Benim yaralı bir çocukluğun,
Acımasız bir mazinin; mermer sütun direklerine prangalı ayaklarım var.
Senin kemlikten uzak,
Allah’a yakın dileklerin,
Benim her adımda ölümü arşınlayan;
Eşiklerim var.
Sen bir posta güvercininin kanadında uçuyorsun;
Göğün masmavi yüzüne,
Ben ölmeden dolu dizgin koşuyorum;
Volkanları eriten kızgın cehennemin,
Alev kusan közüne.
Asla göremediğim;
Sesini duyamadığım,
Elini tutamadığım,
Adını eskimiş sözlüklerde bulamadığım sevgili.
Nerdesin?
Çok mu uzak menzilin?
Beni düşürdüğü hayatın;
yanlış sevmelerin zindanına.
Geliver artık be!
Soğuk bir kışın ardından gelen bahar gibi.
Mağrur bir geceye düşen;
İlk sabah güneşi gibi;
Düş artık yaralı,
Perişan yüreğime.