Eğlen biraz sana öğüt vereyim, Susamışa bir bardak su doldurma. Diyor isen mutluluğa ereyim, Bir taşı yerinden kapıp kaldırma. Sille tokat eksik etme karıdan, Kavga çıkar hep öteden beriden, Hesap sor evdeki boştan yarıdan, Her gün ağlat hiç yüzünü güldürme. Dul hanım görende yolunu çevir, Yetime yoksula burnunu kıvır, Yüzüne Okumaya Devam Et

Ya Rab sana kıldım arzu niyazı, Ahvalimi kullarına bildirme. Zalim göstermedi baharı yazı, Bir dahi kuru hayale daldırma. Gül sinem çürüdü basmaktan taşı, Çaylar söndürmedi kalpte ataşı, Tenhalarda akıttığım gözyaşı, Hatır gönül bilmez ele sildirme. Aşık olan sevmez dünya malını, Şifa olsa tatmaz yaban balını, Ezelden badeli Garipoğlu’nu, Gerçek yâri Okumaya Devam Et

Size derim size; ey siyasiler! Sabır taşı çatlamaya az kaldı. Bu tufan sizi de, bizi de siler, Kara günler hortlamaya az kaldı. Gör nic’oldu bizim petrol, kömürler, Yine mebus oldu kürkü samurlar, Tepenizden akan çirkef, çamurlar, saçınızı bitlemeye az kaldı. her yanı doldurdu eli çabuklar, Horoz postu giydi kara tavuklar, Okumaya Devam Et

Hâlâ beni seviyorsan; nazlı yâr, İnsaf eyle; kara gözlüm ayrılma. Neler çektim görüyorsan; nazlı yar, Gül benizli bahar yüzlüm ayrılma. Biz seninle sevgi akan pınardık, Bin asırlık yıkılmayan çınardık, Sen Aslı, ben Kerem gibi yanardık, Sevdası bağrımda gizlim ayrılma. Uzanıp da dizlerime yatardın, Mutsuz yaşantıma neşe katardın, Hep şakırdın gül Okumaya Devam Et

Ana bu kahpe dünyaya, Dargın gelen; dargın gider. Kahrolası bir sevdaya, Vurgun gelen; vurgun gider. Gönül denen şu deliye, Döndürür diri ölüye, Eşe dosta, sevgiliye, Kırgın gelen; kırgın gider. Garipoğlu’nun serine, Od düştü her bir yerine, Kara bahtlı kaderine, Sürgün gelen; sürgün gider.

Yalan dünya bir imtihan dünyası, Eken ektiğini biçmedi daha. Umut gariplerin tatlı hülyası, Bize ışığını saçmadı daha. Deli gönül yine bir düş peşinde, Beden otuz; kendi on beş yaşında, Keman olsam o güzelin döşünde, Gerçek aşk badesi içmedi daha. Garipoğlu’m niye bahtın karalı? Hiç gülmedin o yılanı saralı, Senin yârin Okumaya Devam Et

Kendi sılasında gurbetçi gibi, Yaşayana çare var mı doktorda? Geceleri derdi nöbetçi gibi, taşıyana çare var mı doktorda? Yalınayak gezen tipide buzda, kış gününde yanan alevsiz közde, Vurgun yemiş kul misali temmuzda, Üşüyene çare var mı doktorda? Sahtekar dost ile bozan arayı, Kurmadan yıkılan gönül sarayı, Derman sanıp sinesinde yarayı, Okumaya Devam Et

Bu dünyayı parsel parsel bölenler, Sanma ki bu dünya payidar olur. Elbet gider baki kalmaz gelenler, Ölüm ki her kula mukadder olur. Var mı ki bu handa sonsuz yaşıyan, Servetini mezarına taşıyan, Harabeye döner bir gün aşiyan, Bir rüzgar vurur da tarumar olur. Garipoğlu sözün gider hebaya, Nazın geçmez ana Okumaya Devam Et

Daha söyleyecek çok sözüm var da, Kara sevda lal eyledi dilimi. Kerem küle döndü aşk denen korda, Ondan dahi beter etti halimi. Hüzün deryasına attı düşümü, Pare pare yaraladı döşümü, Kem talihim bırakmadı peşimi, Yine büktü bileğimi, kolumu. Garipoğlu’m Ağustosda üşüdüm, Ta ezelden mutluluğu boşadım, Ben sılada gurbet eli yaşadım, Okumaya Devam Et

Evcilik oynayalım, Sen anne ol ben baba. Sevgiyle kaynayalım, Sen anne ol ben baba. Göklerde uçak gibi, Kemlikten kaçak gibi, Gülelim çocuk gibi, Sen anne ol ben baba. Korkma beni sevmekten, Sevgi denen yumaktan, Prenses ol pamuktan, Sen anne ol ben baba. Gezelim dolaşalım, Her kalbe ulaşalım, Sevgide buluşalım, Sen Okumaya Devam Et